Ana içeriğe atla

ÇOCUKLUK ADASI


Karl Ove Knausgaard - Çocukluk Adası

Kavgam serisinin 3. kitabı olan Çocukluk Adası'nda Karl Ove'un çocukluğuna geri dönüyoruz. Bu durumda birinci kitap olan Kavgam'dan önce Çocukluk Adası'nı okusanız da olur. Karl Ove'un babasıyla olan iletişimini ve hayatında açtığı yaraları okuduktan sonra babasının ileri yıllarda nasıl yaşadığını görmek sıralama olarak daha iyi olacaktır.

Çocukluğunun 6. yılına kadar yaşadıklarını hatırlamadığını söyleyen Karl Ove okul yıllarını, ev içi yaşamını, babasının bıraktığı kalıcı izleri, annesinin hayatındaki önemini, arkadaşlarını, oyun maceralarını, ergenliğe adımlarını, korkularını, hüzünlerini, acılarını, göz yaşlarını anlatıyor bu defa. Hayatını tüm çıplaklığıyla 6 ciltte toplamasının amacının Çocukluk Adası'nı okurken bir çeşit intikam almak olduğunu hissettirdi bana. Kendisi tüm hayatını ortaya dökmesini, öz güvensizliğine ve korkaklığına bağlayıp sadece özgürleşmek ihtiyacından dolayı yazdığını söylüyor.


Anaokulundan itibaren okul hayatını ve çocukluğunu nasıl yaşadığını okurken son sayfaya kadar babasına olan öfkem ve  Karl Ove'a olan üzüntüm geçmedi. Karl Ove yine  yanıltmadan aynı çarpıcı etkileri devam ettiriyor okur üzerinde.  


Norveç'te 70'li yılları okurken 2018'den geriye ve Norveç' e ışınlanmak istiyorum. 70'lere kadar gitmeme de gerek yok aslında. Şimdi bir koşu gidip havasını solusak ne iyi olur. Okul tatilinde ailecek anneannelerine doğru yola çıktıkları araba seyahatini okurken ne kadar şanslı bir çocuk olabileceğini düşündürürken; korkularını, yaşadığı endişeleri görmek şansın ne demek olduğunu  sorgulatıyor.

Karl Ove Knausgaard, ağabeyi Yngve gibi değil çocukluğunda. Yngve hep kotarıyor okuduklarımıza göre. Baba Knausgaard, bütün egosunu Karl Ove'da yaşayıp onda gücünü test ediyor. Babasından mümkün olduğunca kaçmaya, az vakit geçirmeye çalışan, bir aradalarsa eğer, onu sinirlendirecek hiçbir hareketi yapmamaya dikkat eden bir çocuk var hep.

Okurken sürekli çocukluğunuza inecek, onun çocukluk anılarında kendi anılarınızı göreceksiniz. Ev içindeki yaşama, her ailenin değişen ev kurallarına sık sık yer veriyor.  Knausgaard'ların evinde çocuk olarak koşamazsınız, hızlı yürüyemezsiniz, masadan öylece, yemeğinizi bitirmeden kazara kalkamazsınız, bardağınızda yeni sağılmış çiğ süt varsa "alışkın değilim bunun tadına," deyip içmemeyi seçemezsiniz, televizyonu canınız isteyince açamaz ve tabii ki şarkıların sesini de son ses dinleyemezsiniz. Arkadaşlarının evine gittiğinde istedikleri yerde oturmalarına, büyük annesinin evinde ayaklarını sehpaya uzatma özgürlüğü olduğuna sevinip, bu kural bozmalarla mutlu oluyor Karl Ove. Bunlar evinde yaşaması imkansız şeyler. Yalnız kaldığında bile babasının ezbere bildiği söylemleri kulağında rahat bırakmıyor, huzursuz ediyor onu.


Evde, okulda, sokakta istemediği bir durumda gözyaşlarına engel olamaması babasının en çok kızdığı davranışlarından. O kadar çok ağladığına şahit oluyoruz ki bu yüzden Karl Ove Knausgaard'ın Çocukluk Adası kitabını tek kelimeyle özetlemek gerekirse ben kesinlikle "gözyaşı" derim.

Babanın çocuklarla olan iletişimine anne Knausgaard'ın (sonradan kızlık soy ismini geri alıyor ve tek dayanağı annesi olan Karl Ove, annesiyle farklı soy isimlerde olmayı bir çeşit tehlike olarak görüyor ) ne kadar fark ettiği merak uyandırıyor. İşi için sadece hafta sonları eve gelmek koşuluyla uzun bir dönem evden uzakta yaşıyor annesi. Karl Ove bu haberi öğrenip dünyası karardığında okur olarak ben de çocuğun hayatı için epey endişe ettim. Nitekim baba boş evi ve çocuklar üzerindeki hakimiyeti bulmuşken kedinin fareyle oynadığı gibi uğraşıyor fırsat buldukça oğluyla. Doğum günü hediyesi alması bile bir trajedi. Oğlunun çorabının tekini kaybetmesi büyük felaket. Oyun isteğine cevap olarak "oynayalım tabii," dedikten ve çocuğu sevindirdikten sonra çocuğuyla dalga geçmesi, aşağılaması tamamen hasta kişiliğini ortaya koyuyor. Oğlunun ağlamasına tahammülü yokken Karl Ove'un her yerde her zaman ağlayabilen bir çocuk olması hem onu hem bizi ürkütüyor. 'Erkekler ağlamaz' saçmalığına karşı bir tepki gibi adeta gözyaşları. Hatta kendisi hürriyet gazetesinde okuduğum bir röportajında "bilinçsiz bir tepkiydi belki de" diyor. Aynı röportajda babasıyla ilgili mevzuda erkeğin, babasından takdir görme sendromunun hiç bitmeyeceğini söylüyor onay görmemiş biri olarak...

"Yatağa uzanıp diğerleri kalkana dek ağladım. Mutfağa girdim, beni sevinçle karşılayan annem doğum günümü kutladı, önceki akşam pişirdiği ekmekleri fırında ısıtıp yumurta haşladı, ama ben kayıtsızdım, babama duyduğum nefret her şeyin üzerine gölge düşürüyordu." (s:346)


İlk aşklarını, öpüşmelerini, terk edilmelerini, duyduğu üzüntüleri anlatıyor... Topluluk içinde kendisini en yetenekli, en zeki olduğunu kabul ettirme, sınıfta öğretmeninin gözünde farklı olma çabaları evdeki sessiz, korkak çocuğa göre cesur ve atak bir kişilikle karşılaştırıyor bizi. Evde özgürlüğü elinden alınmış ama buna karşı çıkmak yerine kabullenmiş, (bazı durumlar dışında, istediği kıyafet ya da ayakkabılara sahip olmakta diretmek gibi) dışarıdaysa kısıtlı süredeki özgürlüklerini kullanmaktan kaçınmayan, hiçbir şeyden geri durmak istemeyen bir çocuk.  Yüzmeyi öğrenme zamanlarının anlatıldığı kısımlarda da küçükken babasıyla gittikleri denizde yüzmeye cesaret edememesi ve yüzmeyi yazıldığı kursta öğrenmesi öyle bir adamla o kadar normal ki. Annesi sığınağı, tek şansı.

"Ana kuzusu derdi hep bana. Öyleydim de. Annemi özlüyordum. O ayın sonunda artık gitmemek üzere eve döndüğünde benden mutlusu yoktu." (s:357)

Yedinci sınıfın sonuna geldiğinde taşındıkları bu Tromoya adasındaki hayatını, yıllar sonra hafızasını tazeleyerek, geçmişi yeniden kurcalayarak unuttuğu anılarını dahi hatırlayabildiği her şeyi kaleme aldığı Çocukluk Adası-3  onun anılarıyla kendi çocukluk anılarımız arasında bizi yolculuğa çıkartıyor. Bir hayli geriden takip ettiğim bu seriyi henüz başlamayanlara kesinlikle öneriyor okuyanların da yorumlarını bekliyorum. 

"Beni kurtarmıştı, çünkü o olmasaydı çocukluğum babamla tek başıma geçerdi ve er ya da geç şu veya bu şekilde canıma kıyardım. Ama annem oradaydı, babamın karanlığını dengeliyordu; şimdi yaşıyorum ve yaşarken mutlu olmamamın çocukluğumdaki dengeyle bir ilgisi yok. Yaşıyorum, kendi çocuklarım var, onlarla ilgili temelde ulaşmaya çalıştığım tek başarı da babalarından korkmamalarını sağlamak."



Basım yılı: 2009
Türkiye baskı yılı: 2016 / Monokl Edebiyat
Norveççeden çeviren: Haydar Şahin





Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

KİM BU LP?

Laura Pergolizzi yani LP ve Lost On You! Hâlâ dinliyorum. Aylar geçiyor, yıl geçiyor dinlemeye doyamıyorum. En fazla iki gün dinlesek sıkılıp çöpe attığımız şarkılar arasından ne kadar dinlesen değeri düşmeyen bir şarkı bulmak büyüleyici değil mi? Her dinlediğimde etkileniyorum. Bu nasıl ses, bu nasıl seslendirmek.                                                                  Çoğu kişi gibi onu Lost On You şarkısı ile tanımış olsam da devamında dinlediğim hiçbir şarkısına bu olmamış, bir bu kötü, bak bunu yapamamış işte diyemedim. Her bir bestesi ruhuna işliyor insanın. Hem kendisini anlatmak, sesini, tarzını övüp övüp bitirememek istiyor hem de çok popüler olmasını istemiyorum. (Sanki değil de!) Ben de herkes gibi ilk dinlediğimde erkek olduğunu düşünmüştüm. Şaşırılmayacağı üzere herkes sanatından önce cinsiyetiyle ilgili bir araştırmaya dalıyor. Kendisi 18 Mart 1981 doğumlu, Amerikalı, eş cinselliğini gizlemeyen, aynı zamanda şarkı sözü yazarı, şahsına münhasır, özgür bi

Karl Ove Knausgaard ve Aşık Bir Adam

KARL OVE KNAUSGAARD' IN KAVGASI Karl Ove Knausgaard. 1968, Norveç, Oslo doğumlu bir yazar. Kendi hayatını kaleme aldığı toplamı 6 ciltten oluşan Kavgam serisiyle 2009 yılında okurla buluştuğunda ünü Norveç'ten başlayıp kısa zamanda dünyaya yayıldı.  Öyle ki 2009 yılında beş milyon nüfuslu Norveç'te yarım milyonluk bir satış gerçekleşmiş. Ardından 30'u aşkın dile çevrilmiş Kavgam serisi. Kitapta geçen her karakter, her olay gerçek. Elimizde tuttuğumuz canlı kanlı yaşayan bir hayat. Bu durum da tabii kitap çıkar çıkmaz ailesi ve karısıyla mahkemelik ediyor onu. Linda hiç şüphesiz derhal boşanmak istiyor, yıl 2009. Ama kitabı okuyanlar şaşırmayacaklardır boşanmadıklarına...     'Kitabevinde Bu Hafta' yazımda Kavgam için yapılan web sayfasından bahsetmiştim. Buraya da Aşık Bir Adam için Monokl Edebiyatın hazırladığı sayfayı bırakıyorum. Sayfadaki kıpkırmızı gül arka fonun üstüne konulan kitabı görmez olaydı gözlerim keşke. Neden ki böyle şeyler, ü

AKIL ÇAĞI/ ÖZGÜRLÜK YOLLARI- 1 ve EN UZAĞINDAN UNUTUŞUN

JEAN- PAUL SARTRE -AKIL ÇAĞI/  ÖZGÜRLÜK YOLLARI-1    Jean Paul Sartre' nin üç ciltten oluşan serisinin 1941 yılında biten birinci kitabı Özgürlük Yolları -1 Akıl Çağı romanını yeni okudum ve tabii ki kitabın etkisi altında kaldım. Ardından kısa bir zaman sonra Patrick Modiano' nun  1996 yılında yayımlanan En Uzağından Unutuşun romanını okumakla farkında olmadan süper bir sıralama yapmışım. Akıl Çağı' nın kendine has o havasından sonra En Uzağından Unutuşun kitabı onun devamı gibi geldi bana.    Jean Paul Sartre' nin Akıl Çağı 1930' larda geçiyor olsa da sanki günümüzden bahsediyor hissi veriyor zaman zaman. Ana karakterimiz Mathieu. Mathieu' yu anlayabilmek hem çok kolay hem de çok zor. Bazı mevzularda verilecek kararın ne olması gerektiği apaçık görülürken bile tam tersi yönde düşüncelere kapılmasıyla okuru çok güzel yanıltıyor.    Fransa' da öğretmenlik yapan Mathieu' nün özgürlük anlayışının neler olabileceğini okuyoruz. Özgürlüğün he