Ana içeriğe atla

Karl Ove Knausgaard ve Aşık Bir Adam

KARL OVE KNAUSGAARD' IN KAVGASI






Karl Ove Knausgaard. 1968, Norveç, Oslo doğumlu bir yazar. Kendi hayatını kaleme aldığı toplamı 6 ciltten oluşan Kavgam serisiyle 2009 yılında okurla buluştuğunda ünü Norveç'ten başlayıp kısa zamanda dünyaya yayıldı.  Öyle ki 2009 yılında beş milyon nüfuslu Norveç'te yarım milyonluk bir satış gerçekleşmiş. Ardından 30'u aşkın dile çevrilmiş Kavgam serisi. Kitapta geçen her karakter, her olay gerçek. Elimizde tuttuğumuz canlı kanlı yaşayan bir hayat. Bu durum da tabii kitap çıkar çıkmaz ailesi ve karısıyla mahkemelik ediyor onu. Linda hiç şüphesiz derhal boşanmak istiyor, yıl 2009. Ama kitabı okuyanlar şaşırmayacaklardır boşanmadıklarına...





   'Kitabevinde Bu Hafta' yazımda Kavgam için yapılan web sayfasından bahsetmiştim. Buraya da Aşık Bir Adam için Monokl Edebiyatın hazırladığı sayfayı bırakıyorum. Sayfadaki kıpkırmızı gül arka fonun üstüne konulan kitabı görmez olaydı gözlerim keşke. Neden ki böyle şeyler, üzüyorsunuz.


   Kavgam kitabını okuduğumda bir hayatın geçmişine dönülüp girilmesi, kurcalanması zor tüm detaylarıyla yazılıp bize sunulması beni etkilemişti. Okuduğumdan bu yana epey zaman geçti. Serinin ikinci kitabı olan Aşık Bir Adam' ı okumak için yeterince geç kalmışım. Aşkım Bir Adam hakkında yazmak istedim çünkü kitabı okurken ilgimi çeken o kadar çok yerinde tespitler ve iç döküşler vardı ki bunları olduğu gibi paylaşmamak için kendimi zor tuttum. Aslında bu yazıyı öncelikle kitabı okuyanları göz önüne alarak yazmak istedim. Çünkü şu an Aşık Bir Adam' ı okuyan biriyle, okuduğum mekan, olay, karakterle ilgili çayımı, kahvemi alıp uzun uzadıya sohbet etmek istiyor canım. Ama burada okuyan ya da okumayan kim varsa rahatsız etmeyeceği ölçüde bilgi vererek yazmaya çalışacağım. Benim gibi kitap kritiği yapmak isteyenleri de yoruma beklerim.



   Neden bu kadar sattı, bu kadar ilgi çekti, konuşuldu? Beğeneni olduğu kadar beğenmeyeni de vardı. İnsanın yaşadıklarını yazması, başkalarıyla paylaşmayı göze almadan sadece yazması görsel ve hafıza olarak hazırsa eğer, kurgu oluşturup sıfırdan bir dünya yaratmasından daha kolay bir iş. Yazarlar da aslında eğer otobiyografi değil ise kendi hayatlarıyla ilgili bir ayrıntıyı eserlerine   ucundan da olsa kattıklarında bunun anlaşılmaması için aslında kurgunun gerçek bir meselesi gibi göstermiyorlar mı? Zaten günümüzde herkes kendi hayatını yazmaya çalışıp kolay yoldan para kazanma gözüyle bakmaya başladı bu duruma. Türkiye'de çıkan ve çok satan, çok ilgi gördüğü için de kendi hayatını masaya yatıran arkadaşlar var. Ama edebiyatın özel alanında değiller.  Genç bir kesime çerez sunup, onları bir günlüğüne eğlendirmek, oyalamak gibi hepsi. Hele bir de Karl Ove Knausgaard' ın kitap kapaklarında bestseller damgasını görenler geri adım atmış olabilir.  Hak verebiliriz bu ön yargıya. İnsanlara Kavgam serisini önerdiğimde de surat ifadelerinden benzer tepkileri alıyorum. Ön yargıları bir kenara bırakıp kendi gerçeklerinizle de yüzleşmeye hazır olacağınız, başkasının hayatına fazlasıyla şahit olduğunuz için zaman zaman çekineceğiniz sağlam bir 'ben kimim' hayatı okumak istiyorsanız kesinlikle tavsiye ediyorum hem de henüz sadece serinin ilk iki kitabını okumuş biri olarak. Hikaye cepte, karakterler cepte, havasını soluduğu şehirler, ülkeler de cepte. Ve yazmaya gelince ortaya vasat sonuçlar değil kaliteli bir iş çıkıyor. Bize de içine düşüp okumak kalıyor.


   Karl Ove' nin Kavgam serisinden önce yazdığı kitap süreçlerinden aktardıklarıyla kurguya karşı düşüncelerinin sinyallerini alıyoruz zaten. Okuduklarında ve yazdıklarında, gerçeği ararken buluyor hep kendisini. Kurgunun kaçınılmaz bir gerçek olduğunu kabul ediyor bir yerde ama biz yazarın bu düşüncelerini okurken nasıl hayatını yazmaya doğru evrildiğini anlamış oluyoruz.


   Çocukluk ve ergenlik çağlarından, babasıyla olan ilişkisini anlattığı Kavgam kitabından sonra Aşık Bir Adam'da da zaten adından anlayacağımız gibi aşık olduğu dönemi, öncesini ve sonrasını anlatıyor.  Kitap Monokl Edebiyat tarafından yayınlandı, kitap çevirisi Ebru Tüzel ve Haydar Şahin'e ait.


   Hayatını tüm sıradanlığıyla, olduğu gibi, ve her şeyi adım adım acele etmeden anlatıyor. Onu bazen  bol alkol tüketirken, bazen kadınlarla göz göze gelmekten kendini alıkoyamadığını itiraf ederken buluyoruz. Mutfakta yemek yapmasından, çamaşırları yıkamasına, evi temizlemesine, sokaklarda pusetle gezmesinden çocuğunun bezini değiştirmesine kadar hayatın içinde bütün olağanlığıyla her şeyini anlatıyor.


   Kendisini hep eleştiriyor. Unutkanlığından yakınıyor. Yazdıklarına baktığımda kendi yaşamımda geçmişten bir zaman dilimini yazmak istesem bu kadar detayı hatırlayabilir miydim?Yoksa anlattıklarının çoğunda kurgu mu var diye düşünmeden edemedim. Ama Karl Ove başkalarının anlattıklarını veya okuduğu bir şeyi çok kolay hatta ertesi sabaha bile unutup hatırlayamadığını (ki bunu bir de eski eşi Tonje ile olan bir anısından da anlıyoruz) ama gördüklerini ve yaşadıklarını hafızasından çıkaramadığını aktarıyor. Böylesi mümkün olmasa bunca anıyı bu kadar iyi okura geçiremezdi büyük ihtimalle. Ya da kurguyla birleştirir ama bir yerden samimiyetsizlik açığı verebilirdi.


    Bir röportaj verdiğinde, bir konuşmaya katıldığında ne kadar gerildiğini, her defasında hepsinin bir saçmalık olduğunu  ve bunu bir daha tekrarlamayacağını sadece ve sadece yazmak istediğini haykırıyor. Ve bu bir döngü onun için. Yine verdiği bir röportajda kendisinin çok korkak olduğunu, herkesten ve her şeyden korktuğunu itiraf ediyor. Kim bir yazar olarak öz güvensizliğini bu kadar açık ele verebilir ki. Bazı değişmez huylarını kabul de ederek aslında bir nevi bunları dile de getirerek bundan beslendiği de aşikar. Çünkü oyunlarla, küçük hesaplarla yaşamayı seçmeyen bir Norveç' li var karşımızda. 


Kitaba başlarken;


   Kitap Karl Ove'nin İsveç' teki evli, üç çocuk babası olduğu zamanda başlıyor. Üç küçük çocuk ve kendisi gibi yazar olan eşi Linda Boström ile birlikte çıktıkları küçük bir gezide ilk önce geriliyoruz. Arkadaşlarının çocuğunun doğum günü partisini sayfalarca okurken Karl Ove ve Linda'nın kızları Vanja' nın huysuzluklarını, ayakkabısının rengini, Heide' nin gülücüklerini, davetteki misafirlerin yüz hatlarını, mimiklerini, hazırlanmış yiyeceklerin neler olduğunu, çocuklar için organik hazırlanmış sevimsiz sürprizlerin ayrıntılarını okuyoruz. Mutfakta kalabalık içinde kahvesini alıp köşesine çekilirken yıllar öncesindeki anılarına dalarak o günlere götürüyor bizi.


   Linda karakteri insanı hayattan soğutup, zaman zaman öfkelendiriyor ve bu durum, Karl Ove' nin kime aşkını anlatacağına cevap ararken bu kadının hep Linda'dan başka bir kişi olduğunu düşündürttü bana. Nitekim Karl Ove karşılaştığı, bakıştığı, sohbet ettiği kadınların kıyafetini, duruşunu, ses tonunu anlatırken bir anda ona aşık olacağını hissettirip her biri için  "bu sefer galiba bu kadın" dedirtiyor.




   Günlük hayatta yaşadığı her şeyi adım adım anlatmayı tercih ediyor. Suyunu içti, bardağını tezgaha koydu, sigarasını yaktı, izmariti nerede söndürdü, o sırada sokakta kimi gördü... Adım adım, detayları atlamadan,  uzun uzadıya okurken sıkılmak şöyle dursun "e peki sonra?" merakıyla sayfaları takip ediyorsunuz. Bazen bravo dedirten yazmaya çekinilecek dürüstlükte tespitler okuyor, bazen "aklımdan geçip de tam olarak aktaramadığımı yazmış helal" dedirten tam yerinde cümleler buluyorsunuz. Kısacık bir cümlede hiç beklemediğiniz anda kahkaha atmanıza engel olamıyorsunuz, bazı bölümlerde de gözleriniz doluyor basbayağı. Sonra aşırı sinirleniyor çokça da şaşırıyorsunuz.   Sıradan olayların anlatıldığını düşünüp seriyi sıkıcı bulan çok sayıda insan görüyorum. Hepimizin hayatı o sıradan, sıkıcı bulduğunuz hayatın bir kopyası. Kendi hayatlarıyla, karakterleriyle, hataları, yaptıkları ya da yapamadıklarıyla yüzleşmekten korkan insanların kitaba devam etmediğini düşünüyorum ben. Çünkü bu seri bu kadar sevildiyse nedeni okuyanların içinde kendinden mutlaka bir şeyler bulmasıdır.




Linda Boström:


   Linda Boström. Dünyasını aydınlatan kadın. Tasvirini okuduktan sonra Linda' ya baktığımda tam da anlattığı gibi bir kişiyle karşılaştım.



    İlk tanıştığı zamanki Linda ile  hamile ve daha sonra üç- dört çocuk annesi Linda  arasında farklılıklar ve daha kötüye doğru giden bir grafik var. Karl Ove' de çoğunlukla kayıtsız kalıp, çok düşünüp az konuşan, ortam daha fazla gerilmesin diye tartışmalardan kaçmak isteyen, sadece hep daha çok yazmak isteyen, artan sorumluluklarını mecburiyetten yerine getirmesi gerektiğini düşünüp sıkkın ve sabırlı bir halde görevlerini aksatmadan yapmaya çalışan bir adam. Acaba Linda' dan da bu saate kadar bir kitap mı gelmeliydi? Bu Karl Ove bizi mi kandırıyor? Olayları bir de Linda' dan  mı dinlesek? Acaba Linda Boström, Karl Ove gerçekleri değil de yalanları yazdığı için mi boşanmak istedi ilk önce?  Şüphelenmiyor değilim. Kitaptaki yok artık dediğim bir an var. Kurgu olsaydı iyi uydurmuş diyecektim ama işin gerçekliği karşısında hiçbir şey söyleyemiyor, bunlar ne yapıyor ki diyorum. Vanja' ya hamilelik dönemlerini, bebeklerinin doğumunu ve bebeğin dünyaya geldikten sonraki süreçlerin hepsinde yaşadıkları sancılı dönemleri hatta Karl Ove' nin Vanja minicikken onları yalnız bırakıp kendisini ofise kapatıp günlerce yazmaya girişmesini okuyup da bir anda "2. çocuk mu yaptık biz acaba dün gece yaşasın. 2. yi yapalım da sonra bir an önce gelsin 3. çocuk " durumu beni dumur etti. Okuyanların ne demek istediğimi anlayacağını düşünüyorum, okumayanlar içinse kusura bakmayın tutamıyorum kendimi, yazmadan edemedim bu satırları.



   "...Onunla ilk kez tanışıyorlardı, tabii ki onlara ne kadar harikulade bir sevgilim olduğunu göstermek istiyordum, ama o kalkıp bu kadar gönülsüz davranıyordu. Masanın altından kolunu sıktım. Bana baktı, gülümsemeden. Kendini toparlaması için avaz avaz bağırmak gelmişti içimden. İstese ne kadar tatlı olabileceğini, başka insanlarla bir masada oturup, hikâyeler anlatıp kahkahalar atmak konusundaki maharetini biliyordum. Ama sonra Linda' nın çok iyi tanımadığım arkadaşlarının yanında benim nasıl davrandığımı hatırladım. Sessiz, katı ve utangaç, mutlaka gerekmedikçe yemek boyunca ağzını bıçak açmayan bir adam." s:274

   Karl Ove burada çoğu sefer yaptığı gibi hatayı kendinde aramayı deniyor. "Bakın neden-sonuç ilişkisi kuruyorum, öylesine Linda' ya yüklenmek istemiyorum" u bize kitap boyunca hep anlatmaya çalışıyor zaten. Ama kendisini rahatlatmak istediğini düşünsem de ilişkilerinin anlattıklarının toplamına baktığımda yukarıda aktardığı konuda da Karl Ove' nin boş yere hatayı kendinde aradığını istemeden de olsa düşünüyorum.




   "İçim öyle güçlüydü ki dışarıdaki her şeyi eziyordu. Kırılganlıktan çok uzaktım. Işıkla dolmuştum. Her yer aydınlıktı Hölderlin bile okuyabiliyordum. Olağanüstü bir zamandı." (s:480) diye anlatıyor Linda ile tanışmalarının ardından hissettiklerini.



   Kitapta  en severek ve katılarak okuduğum insanlar hakkındaki düşünceleri paylaşmaya değer:


   "Bardağı masaya koydum ve sigaramı söndürdüm. Daha yeni birkaç saatimi geçirdiğim insanlar hakkında hiçbir duygu kırıntısı kalmamıştı içimde. Hepsi cehennemde cayır cayır yansa umurumda olmazdı. Bu hayatımdaki bir kuraldı. İnsanlarla beraberken onlara bağlanıyordum, müthiş bir yakınlık hissediyor, empati kuruyordum. Hatta öyle ki, onların iyi olmasını her zaman kendimden daha çok önemsiyordum. Kendimi onlara nazaran aşağıda konumlandırıp, bir tür kendi kendini yok etme eşiğine yaklaşıyordum; söz geçirmediğim bir tür iç mekanizma başkalarının duygu ve düşüncelerinin kendiminkinin önüne geçmesine neden oluyordu. Ama bir başıma kaldığım anda başkaları hiçbir şey ifade etmiyordu(...) Ama onları sevmem, onları umursamam anlamına gelmiyordu. Beni bağlayan şey toplumsal durumdu, içindeki insanların kendileri değil." s:75


   "Yemeğe misafir geldiğinde yemekleri genelde ben yapıyordum. Sevmekten ziyade bana arkasına saklanabilecek bir fırsat sunduğu için. Geldiklerinde mutfakta durabiliyor, hoş geldiniz demek için bir an kafamı içeri uzatıp tekrar mutfakta saklanmaya devam edebiliyordum..." s:288



   2004 yılbaşı gecesi kendi evlerinde arkadaşlarına verdikleri daveti anlattığı sayfaları keyifle okudum. Gecenin ilerleyen saatlerine doğru herkesin sırayla aileleri, çocukluklarıyla ilgili geçmişten anılar anlatmaları, babaları ya da anneleri ile ilgili düşüncelerini açıkça paylaşmalarıyla geçen çok sıkı yakınlıkları olmayan bir grubun okuduğumuz en samimi buluşmalarından biriydi. Hatta bu sıcak ortamı bir kaç sayfa daha okuyayım n'olur dokuz aylık hamile Linda ters bir şey yapıp ortamı da bozmasın benim keyfimi de kaçırmasın diye düşünmedim değil.



   Bir anda uğrayıp, kısa bir zamanlık insana kendini muhteşem hissettiren mutluluk ziyaretlerine de değinmiş:


   "...birdenbire durup dururken, vahşi, baş döndüren bir mutluluk duygusuyla dolup taştım. Özgürdüm, tamamen özgür ve hayat muhteşemdi. Ara sıra bu duyguya kapılırdım, belki her altı ayda bir, güçlüydü, bir kaç dakika sürer, sonra geçerdi..." s:215


   "İçimde mutluluk patlamaları oldu. Bir saniye, iki saniye, belki üç saniye sürdü. Ardından her zamanki gibi mutluluk, yedeğindeki o karanlık gölgeyi getirdi." s:523


    "...düz arazi, güneşin doğuşu, dışarının sessizliği, uyuyan yolcular öylesine bir mutluluk yaratmıştı ki bunu yirmi beş yıl sonra hatırlayabiliyordum. Ama o mutlulukta hiçbir gölge yoktu, temizdi, katışıksızdı, doğasıyla oynanmamıştı. O zaman tüm yaşam önümde uzanıyordu. Her şey olabilirdi. Her şey olanaklıydı. Artık öyle değildi. Çok şey olmuştu ve olanlar, olabileceklere ortam hazırlamıştı.

Fırsatlar azalmıştı. Duygularım zayıflamıştı. Yaşam daha az yoğundu. Yarı yola geldiğimi, belki ötesine geçtiğimi biliyordum..." s: 523


   Karl Ove' nin kendi huylarına zaman zaman katlanamaması, aptal olduğunu artık kabul etmesi gerektiğini kendisine hatırlatması, insanlarla iletişim içindeyken olduğu gibi davranmaktan yani çoğu zaman sessiz kalmaktan kendini alamadığını bilmesi, akolle arasına mesafe koyamaması, neler söylemek isterken aslında bambaşka şeyler söylediğini farketmenin öfke ve bazen utancını yaşamasını tüm çıplaklığıyla anlatması arkadaşınızla sırlarınızı rahatça konuşuyormuş konforunu veriyor.


   "...() hayır demek istediğimde evet, evet diyen bir karakter zayıflığım vardı, karşımdakileri incitmekten, çatışmadan, beğenilmemekten o kadar korkuyordum ki bunları engellemek için tüm ilkelere, düşlere, fırsatlara, doğru tadı veren her şeye boş verebilirdim.

Bir fahişeydim. Başka bir sözle açıklanamazdı bu." s:501

   "Ya hiçbir şey söylemeyerek ya da herkesin suyuna giderek durumu akışına bırakıyordum. Başkalarının duymayı isteyeceğine inandığınız sözler etmek de şüphesiz, bir yalan biçimidir." s: 309


   "Biraz şarap eşliğinde sohbet edip Norveç'le İsveç arasındaki ayrımları konuştuk; ben hayır, İsveç öyle değil, Norveç de öyle değil, diye düşünsem de başımı sallayıp sularına gittim." s:167


    İnsanlara bir şey anlatmanın, özellikle karşı tarafın yarıştaymış gibi bir şey ispat etme derdinde olduğunu anladığım zaman bunun hep gereksiz olduğunu ve sularına gitmenin en temiz hareket olduğunu o kadar iyi anlıyorum ki. Kitapta bu durumlara sıklıkla değinmiş olmasına çok sevindim.


   Mutsuzluğun kaynağının ne olduğunu bilmeden buna teslim olmaktan bahsettiği satırlar da yeterince açık:


   "Güçlü bir uyuma arzusuna kapıldım, boş bir odada ışığı söndürüp uzanmak ve dünyadan yok olmak istiyordum. Beni bekleyen saatlerce sürecek toplumsal zorunluluklar ve havadan sudan konuşma dayanılmaz göründüğü için istiyordum bunu."


   "İstasyonda gölgemsi bir havayla sağa sola akan insanlar beni mutlu etmeye yetmeliydi. Sekiz yıl boyunca yaşamımı paylaştığım harika kadın Tonje beni mutlu etmeye yetmeliydi. Kardeşim Yngve ve çocuklarıyla görüşmek beni mutlu etmeye yetmeliydi. Çevremdeki onca müzik, onca edebiyat, onca sanat beni mutlu, mutlu, mutlu etmeye yetmeliydi. Dünyanın neredeyse dayanılmaz olması gereken bütün güzelliğine karşı kayıtsızdım. Arkadaşlarıma kayıtsızdım. Yaşamıma kayıtsızdım. İşte böyleydi, öylesine uzun süredir böyle olagelmişti ki artık dayanamaz olmuş, bu konuda bir şey yapmaya karar vermiştim. Yeniden mutlu olmak istiyordum. Kulağa aptalca geliyordu, kimseye söyleyemezdim, ama işte böyleydi." s: 158



    Modernlik hakkındaki görüşlerinden:


   "Çevremizdekiler tedavisi olmayan hastalıklardan düşüp ölürken modern olduğumuz düşüncesi nasıl ortaya çıkabiliyor? Beyin tümörüyle kim modern olabilir? Herkesin çok geçmeden toprağın altına girip çürüyeceğini bile bile modern olduğumuza nasıl inanabiliriz." s:451



   Aşık Bir Adam' da geçen kitap isimlerinden bir kaçını da not edelim;



  • Carl- Henning Wijkmark,  Karinhall Avcıları
  • Calvino, Ağaca Tüneyen Baron
  • Carl- Henning Wijkmark, Dressinen
  • Thomas Bernhard, Yok Etme
  • Arthur Rimbaud biyografisi



   Yazar İsveç'ten Norveç'e bir konuşma için gittiğinde Geir ile buluştuğu vakit Norveç' de hem çocukluk evlerine, hem Geir'in ailesinin yaşadığı eve ziyarete gidiyor, iki arkadaş Norveç' de kısa bir gezintiye çıkıyorlar. Gittikleri yerlerin cennetliği karşısında bir ömür geçirmekten bahsetmesem de yine de orada hayat sürenlerin gayet de şanslı olduğunu düşünürken Geir Karl Ove' nin çocukluğunun bir kısmının geçtiği Tveit' e geldiklerinde fazlasıyla dalga geçip, yetinmeyip orada yaşamayı cezaevine girmeye benzetiyor. Karl Ove bu sözlere gücense de susuyor. Özellikle ilgimi çeken bir şey var ki, yazarın doğup büyüdüğü topraklar için, "burada benden beklenenleri yerine getirememiştim." demesi.

   "Yanıt vermedim, gücenmiştim, savunma yapma gereği duyuyordum. Ama uğraşamazdım. Burada da aynısı geçerliydi, her şeye anlam katan iç deneyimin dış karşılığı yoktu." s:557


   Onlar Kristiansand' dan Arendal'a geçip Tyholmen Yarımadası' nda yürürken oradan Hisoya Adası'na, ve Tromoya' ya geçerken siz de online gezintiye çıkabilirsiniz.



   Karl Ove'yi okuduklarımdan biraz olsun tanıdıysam benim etkilendiğim, iyi ki yazmış dediğim, her şeyi göze alabildiği cesaretini, yazıyı kullanım biçimini, duyguyu çok iyi aktardığını sevdiğim bu kitapları hakkında eminim ki şu an bir şeyleri istediği gibi yapmamış olduğunu düşünüp yaptıklarını hiç de iyi bulmuyor. Biz ulaştıramayız ama muhtemelen bu noktada da ona yine karşı çıkmış olacağını düşündüğüm bir Geir var neyse ki. Gerçi hakkında okuduklarımızdan sonra arkadaşlıkları hâlâ devam ediyor mu, bilmiyorum.


   Ve son olarak ikisinin  yan yana çok bulunmayan fotoğraflarından birini ekleyip kenara çekilelim.


   Keyifli okumalar.















Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

KİM BU LP?

Laura Pergolizzi yani LP ve Lost On You! Hâlâ dinliyorum. Aylar geçiyor, yıl geçiyor dinlemeye doyamıyorum. En fazla iki gün dinlesek sıkılıp çöpe attığımız şarkılar arasından ne kadar dinlesen değeri düşmeyen bir şarkı bulmak büyüleyici değil mi? Her dinlediğimde etkileniyorum. Bu nasıl ses, bu nasıl seslendirmek.                                                                  Çoğu kişi gibi onu Lost On You şarkısı ile tanımış olsam da devamında dinlediğim hiçbir şarkısına bu olmamış, bir bu kötü, bak bunu yapamamış işte diyemedim. Her bir bestesi ruhuna işliyor insanın. Hem kendisini anlatmak, sesini, tarzını övüp övüp bitirememek istiyor hem de çok popüler olmasını istemiyorum. (Sanki değil de!) Ben de herkes gibi ilk dinlediğimde erkek olduğunu düşünmüştüm. Şaşırılmayacağı üzere herkes sanatından önce cinsiyetiyle ilgili bir araştırmaya dalıyor. Kendisi 18 Mart 1981 doğumlu, Amerikalı, eş cinselliğini gizlemeyen, aynı zamanda şarkı sözü yazarı, şahsına münhasır, özgür bi

AKIL ÇAĞI/ ÖZGÜRLÜK YOLLARI- 1 ve EN UZAĞINDAN UNUTUŞUN

JEAN- PAUL SARTRE -AKIL ÇAĞI/  ÖZGÜRLÜK YOLLARI-1    Jean Paul Sartre' nin üç ciltten oluşan serisinin 1941 yılında biten birinci kitabı Özgürlük Yolları -1 Akıl Çağı romanını yeni okudum ve tabii ki kitabın etkisi altında kaldım. Ardından kısa bir zaman sonra Patrick Modiano' nun  1996 yılında yayımlanan En Uzağından Unutuşun romanını okumakla farkında olmadan süper bir sıralama yapmışım. Akıl Çağı' nın kendine has o havasından sonra En Uzağından Unutuşun kitabı onun devamı gibi geldi bana.    Jean Paul Sartre' nin Akıl Çağı 1930' larda geçiyor olsa da sanki günümüzden bahsediyor hissi veriyor zaman zaman. Ana karakterimiz Mathieu. Mathieu' yu anlayabilmek hem çok kolay hem de çok zor. Bazı mevzularda verilecek kararın ne olması gerektiği apaçık görülürken bile tam tersi yönde düşüncelere kapılmasıyla okuru çok güzel yanıltıyor.    Fransa' da öğretmenlik yapan Mathieu' nün özgürlük anlayışının neler olabileceğini okuyoruz. Özgürlüğün he